Kuklaya can veren bir usta: Ayten Öğütcü

Posted by

İZMİR – Kuklalar, tiyatro sahnesinin sessiz ve gizemli çocukları. Bazen kanlı canlı bir oyuncudan daha oyuncu, bazen kelimelerden daha güçlü, bazen sahne ışığından daha parlak, dekordan daha renkli… Yetişkin izleyiciyi güldüren, ağlatan, öfkelendiren, onu elinden tutup çocukluğuna götüren; çocuk izleyiciyi büyüten, sevindiren, yarına taşıyan, kumaştan, kâğıttan, plastikten, ahşaptan kahramanlar… Ülkemizde, hak ettiği değeri pek bulamamış kukla. Uzun yıllar, Karagöz, Hacivat ve İbiş’in ötesine maalesef geçememiş. Bu sanatla ilgilenenlere sahip çıkılmamış.

Ayten Öğütcü, bu alanda yıllardır emek veren bir kukla ustası. Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü Sahne Tasarımı Anasanat Dalı’nda Öğretim Görevlisi. Bulgaristan doğumlu tasarımcı, yirmi yılı aşkın bir süre yurt dışında ve ülkemizde çok sayıda projede yer alarak kuklalar tasarlamış. Devlet Tiyatroları, TRT, farklı Şehir tiyatroları ve festivaller için üretimlerde bulunmuş. Çeşitli kurumlarda kukla kursları ve workshoplar düzenlemiş.

Ayten Öğütcü’yle kukla tiyatrosunun bilinmediği bir ülkede, kukla tasarımcısı olmanın ne anlama geldiğini konuştuk.

Ayten Öğütcü

Kuklayla tanışmanız nasıl oldu?

Bulgaristan doğumluyum. İlk ve orta okulu orada okudum. Tabii orada sanat, bir devlet politikası aracı olarak kullanıldığı için çok önemli. İlkokulda çocuk dergilerine abone olmak zorundasınız. Sezonluk tiyatro biletleri alırsınız. Dolayısıyla, daha küçük yaşlarda kukla tiyatrosuyla tanışıklığım var. Evde kendi kendime kuklalar yapar oynatırdım. Türkiye’ye gelince güzel sanatlar lisesinde resim eğitimi aldım. Daha sonra Dokuz Eylül Üniversitesi’nde Güzel Sanatlar Fakültesi’nde sahne tasarımı okudum. Bu bölümü okuyunca, çocukluk aşkım yeniden depreşti. İkinci sınıfta ilk kukla projemi yaptım. O dönemler bölüm başkanımız Prof. Dr. Murat Tuncay, bir kukla ve çocuk tiyatrosu anasanat dalı açma konusunda bazı araştırmalar ve hazırlıklar istemişti. Böyle bir fikri vardı ama bu gerçekleşemedi.

Hürriyet Çocuk Tiyatrosu’ndan Kemal Aygen, benden ve arkadaşım Gamze Kuş’tan bir kukla oyunu istemişti. İlk oyunumuz, eldiven kuklalarla yaptığımız o oyundu. Şimdi bakınca çok amatör olduğunu hatırlıyorum. Gerçekten de profesyonel diyebileceğim ilk çalışmam, İzmir TRT’nin “Pabucu Yarım” isimli çocuk programı için yaptığım üç kuklaydı. Yaptığım işlerle birlikte adım da duyuldu. Pek çok proje için kuklalar yaptım.

‘KUKLA TİYATROSU SADECE ÇOCUKLAR İÇİN DEĞİLDİR’

Zor bir meslek seçmişsiniz. Ülkemizde karşılığını bulamayan mesleklerden birisi kukla tasarımı.

Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü Sahne Tasarımı Ana Sanat Dalı’nda öğretim görevlisiyim. Fakültedeki öğrencilerime kukla tiyatrosunun kendine özgü başka bir dili olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Tasarım öğrencileri, bir oyun metni seçip, kafalarında bir reji geliştirip onu bir kukla tiyatrosu projesine dönüştürüyorlar. Bana, kukla oyunu metni soruyorlar. Kukla oyunu metni diye bir şey yok oysaki. Sen öyle bir reji yaparsın ki, o kukla oyununa dönüşür. Orada sıkıntı başlıyor. Kukla tiyatrosu rejisinin iyi olup olmadığını nasıl kontrol edersin? Hep şunu söylüyorum, yaptığın kukla tasarımındaki kostümleri al, oyunculara giydir sahnede sanki oyuncular hareket ediyormuş gibi düşün. Nasıl oldu? Çok güzel oldu. O zaman kötü bir kukla rejisi olmuştur. Sen bunu gerçek oyuncularla sahneleyebileceksen neden kukla oyunu yapıyorsun ki? Kukla tiyatrosu öyle bir şey değil. Bilakis, çok özgün, çok grotesk, çok stilize… Kukla, gerçek bir oyundaki oyuncu gibi sevinmez. Kukla öyle bir sevinebilmeli ki, ben o hareket aracılığı ile sevincin ne kadar coşkulu, ne kadar büyük, ne kadar olağanüstü olduğunu görebilmeliyim. Kukla sevinince havada süzülür ve taklalar atar ama gerçek oyuncu sahnede bunu yapamaz. İş reji algısında başlıyor. Kukla tiyatrosu pantomime benzer. Kuklaların, tv kuklaları dışında ağızları genellikle hareket etmediği için, kukla her şeyi aynı pantomim gibi beden hareketleriyle anlatabilmeli. Oynatıcının bu hareketlerin kodlarını çözmüş olması gerekiyor.

Genellikle bizde kukla tiyatrosu bir çocuk oyunu olarak algılanıyor. Oğlum küçükken okulda ailenin meslekleri sorulduğunda, “Annem oyuncak öğretmeni” demişti. Şimdi bakıyorum, beni tiyatro camiasında da öyle algılayanlar var. Sanki evde oyuncak yapıyorum. Halbuki her oyuna, her karaktere özel bir tasarım yapıyorsunuz. Metinde o kuklanın ne yapması gerektiğine, hangi duyguyu vermesi gerektiğine bakıyorum. Ona göre teknik çözümleme yapılıyor ve özel bir tasarım ortaya çıkıyor. Yani kuklanın her seferinde aynı biçimde uyguladığınız standart bir formülü yok. Her oyuna, her karaktere farklı bir tasarım gerektiğini algılayan çok az insan var. Zannediyorlar ki iki günde istedikleri kukla yapılabilir. Yapanlar da var bunu. Oyuna bakıyorsunuz ticari kaygılarla yapılmış, kuklayı oynatan da öylesine oynatıyor… Çocuk çabuk sıkılır, iki kukla koyarız, biraz dans, ışık ekleriz, biraz da müzik oldu.

Işıl Kasapoğlu’nun yönettiği Kör Baykuş oyunundan.

‘KUKLA OYUNCULUĞU EĞİTİMİ GEREKİYOR’

Çalışırken sizi kısıtlayan en önemli şeyler nedir?

Projenin bütçesi ve size tanınan süre çok önemli. Kısıtlı zaman ve bütçeyle çalıştığınızda, yaptığınız işten ödün vermiş oluyorsunuz. Kuklanın malzemesi hafif ve dayanıklı olmalı. Kukla, kolay oynatılmalı ve sizi yormamalı. Teatral kullanıma yönelik bu tarz malzemeler de ne yazık ki hep yurtdışından döviz ile geliyor. Ayrıca bizim oyuncularımızın maalesef kukla üzerine bir eğitimleri yok. Çok hevesliler ancak kuklayı pek tanımıyorlar. Oynatıcıların ilk eleştirisi: “Bu kukla çok ağır” şeklinde oluyor. Oysaki kuklayı dayanıklılığını da göz önünde bulundurarak mümkün olduğunca hafif bir malzemeyle yapıyorum ama oyuncunun kondisyonu yok onu oynatmaya yönelik, dolayısıyla sahnede çabuk yoruluyor. Kuklanın tekniğine göre çalışması ve onu oynatırken kullandığı kasları güçlendirmesi lazım.

Türkiye’de malzeme bulmak da her zaman bir sıkıntı. Termoplastik isimli çok güzel bir malzeme var. Yurtdışından dolarla gelen bir malzeme bu. Alması her gün biraz daha zorlaşıyor. Gönül isterdi ki bu pratik ve kullanışlı malzemeye ulaşımımız kolay olsun. Ama pek mümkün olmuyor. Bu sefer eldeki imkanlarla yüksek standartta iş çıkartmaya çalışıyoruz. Bu da çalışma süresini ve doğal olarak işçiliği arttıran bir etmen oluyor.

Derdim, Türkiye’de kuklanın tanınırlığını artırmak, böylece kukla tiyatroları da artacak. Ankara Devlet Tiyatrosu Kukla ve Çocuk Tiyatrosu sahnesi kurmayı planlıyor diye bir haber okudum. Bu çok güzel. Bu tür kalıcı bir birim ve sahne için çok geç bile kaldık. Kukla oynatımına ilgi duyanlar, sahneleyenler artarsa bizim işimiz de artacak.

Kukla tiyatrosu oyunculuğu ile ilgili bir eğitim olması lazım. Ben tasarım hocasıyım. Kendi öğrencilerimle kukla tasarımı ve uygulaması yapıyoruz. Kuklalarımız oyuncularla buluşmadığı sürece birer biblo olarak kalıyor. Oyuncularımız, klasik oyunculuk eğitimi alıyor. Okullardaki hocalarımız da kuklayı biraz çocuk oyunu aracı gibi görüyor galiba. Kukla oynatımına dair bir şey girmiyor müfredata. Öğretim Görevlisi olarak on sekiz yıldır çalışıyorum. Her sene on kadar çocuk alıyoruz Sahne Tasarımı Anasanat Dalı’na. Bunların bazıları kuklaya yöneliyor. Çok da güzel işler yapıyorlar ama sayıları çok az. Mimar Sinan Üniversitesi’nde Sahne Tasarımı Bölümü’nde Kukla Ana Sanat Dalı var. Oradan da kuklacılar yetişiyor. Eskişehir’de, Antalya’da belediye tiyatrolarında kukla birimleri oluşturuldu. Keyifli yapımlar sahnelenmeye başladı. Bunlar kukla tiyatrosu adına güzel gelişmeler ama sayıların artması lazım.

Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları: Ayak Bacak Fabrikası

‘KOREOGRAFİ KUKLAYA GÖRE YAPILMALI’

Siz kuklayı yaptınız. İşiniz bu noktada bitiyor mu?

Seneler önce Burgaz Devlet Kukla Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmeni bir arkadaşım Türkiye’ye geldi. Seyircili genel prova yapıyorduk. Oyun bitti, nasıl bulduğunu sorduk. Bize, Bulgaristan’da bu kadar dekor, kukla ve ışıkla beş oyun yaptıklarını söyledi. Biz o kadar çok her şeyi içine koyalım, çocuk sıkılmasının derdindeyiz ki oyunun mesajı, dramatik bir duruşu kalmıyor. Ya çocuk sıkılmasın-eğlensin ya da bir şeyler öğretelim kaygısı ile aşırı didaktik oyunlar yapıyoruz. Ortasını bulamadık kukla tiyatrosunda.

Yaşanan bir diğer sıkıntı, kukla oynatımının uzantısı olarak gelen dans ve koreografi ile ilgili. Genellikle koreografi yapan arkadaşlarımız dans eğitimi almış profesyonel dansçılar olmalarına rağmen hiç kukla oyunu izlememiş oluyor. Zaten bugün hadi gidelim bir kukla oyunu izleyelim deseniz gidip izleyebileceğiniz bir oyun bulmak da çok zor. Dolayısıyla koreografi yaparken hep şunu görüyorum, koreografi kuklaya göre değil oynatana göre yapılıyor. Aslında oradaki hedef kuklanın dans etmesi olmalı. Ben oynatıcı olarak kendimi tamamen küçültüp o müziğin içine dahil olmadan yalnızca kuklayı oynatmalıyım. Oysa bizde, oynatıcı kuklayı tutup dans etmeye çalışır. Koreografi oynatıcıya ve onun bedensel proporsiyonuna, kapasitesine göre yapılır, halbuki kuklanın bedeni ve kapasitesine göre yapılmalı. Gerekirse tek bir dans figürü için iki üç oynatıcı kuklayı aynı anda hareket ettirmeli. Oynatıcıya göre koreografi yapıldığında kukla yukarıda sallanır, oynatıcı dans eder. İşin görsel estetiği kaçıyor.

Aynı şekilde kukla tiyatrosu yönetmenliğine ve rejisine dair bir tecrübemiz yok. Bunun bir eğitimi yok ki. Aslında yönetmenlik bölümümüz de yok. Oyuncu ya da yazar kökenli arkadaşlar yönetmenlik yapıyor. İyi bir kukla oyunu, iyi bir ekip işi gerektirir. Yönetmen, tasarımcı, koreograf ve bestecinin prova süreci öncesi oturup masa başında birlikte çalışması çok önemli. En azından yurt dışında çalıştığım projelerde süreç bu şekilde gayet sağlıklı işliyor. Oysa Türkiye’de yönetmen ağırlıklı bir tiyatro var. Üzerine bir de kukla tiyatrosu konusundaki tecrübe eksikliğimizi hesaba katınca bu alan iyice zorlaşıyor. Kukla oynatımına, koreografisine dair tecrübe de az olunca herkes kendi algılayabildiği, hissettiği kadar yapabiliyor bunu. Yine de bazen çok güzel, başarılı işler çıkıyor.

Kukla tiyatrosu yapan, kuklayı oynatan kişilerden ne bekliyorsunuz?

İşin başından itibaren, mutfağına da hakim olması gerektiğini düşünüyorum kukla tiyatrosu yapacak olanların. Bitmiş işi eline verdiğimde, kuklayı keşfetmeye çalışmıyor. ‘Bunu yapmak istiyorum ama kukla yapmıyor’ noktasına geliyor. Denemiyor ya da mekaniğine hâkim olmadığı için kırılır diye denemekten korkuyor. Elindeki kuklanın olanaklarını keşfetmek için çaba göstermek yerine baştan pes ederek şikâyet etmeyi seçiyor.

Bir oyuna başlarken herkes çok büyük bir heyecanla başlıyor ama bazen kafamızdaki olmuyor. Ve bir şeylerden ödün vererek ilerlemek insanı üzüyor. Ben de çok geriliyorum. Ama prömiyerde o alkış duyulduğunda herkeste bir rahatlama, mutluluk… Seyirci de mutluysa, benim üretim sürecimdeki sıkıntıları bilmiyor tabii ve sonuç onu mutlu etmiş o zaman ben de çok mutlu oluyorum.

Sizi çok etkileyen çalışmalarınızdan birini aktarır mısınız?

Işıl Kasapoğlu gibi kukla alanında tecrübesi olan az insan var Türkiye’de. Hem iyi bir yönetmen hem de kuklayı yetişkin tiyatrosuna dahil edebilen. Onunla yaptığım bir çalışma vardı, Sermet Yeşil’in oynadığı “Kör Baykuş” isimli oyun. Kukla genellikle çocuk oyunlarının anlatım aracı olarak görülür. Malum bu oyunların seyirci kitlesi de belli. “Kör Baykuş” ise tek oyuncu ve yedi kuklanın olduğu bir yetişkin oyunuydu ve bu oyun benim adımın daha çok kişi tarafından bilinmesini sağladı. Ekip o yüzden çok önemli. Oyundaki yedi kukladan beşi Sermet Yeşil’in yüzü modellenerek yapıldı, iki tane de kadın kuklası vardı. Çok dar zamanda, keyifle çalıştığım bir projeydi. Zor bir metindi “Kör Baykuş”. Tiyatro eseri olarak yazılmadığı için sahneye aktarımı da meşakkatliydi. Kuklaları prömiyerden bir gün önce oyuncuya teslim edebildim. Sermet, hayatında hiç kukla oynamamıştı ve yedi farklı teknikte oynatılacak kukla ile karşı karşıya kaldı. Hiç şikâyet etmedi. Sabaha kadar kuklaları eline aldı, tanıdı, onlarla çalıştı. Mükemmel bir performans çıktı ortaya.

İzmir Devlet Tiyatrosu: Fareler ve İnsanlar

‘TASARIMCI DA UYGULAYICI DA BENİM’

Yaratım aşamasında, kukla tiyatrosunun diğer unsurlarıyla yeterince iletişim kurabiliyor musunuz?

Bizdeki tiyatro algısı biraz sıkıntılı. Yurt dışındaki projelerde, daha oyunun ilk toplantısında, yönetmen, koreograf, besteci, kuklacı buluşuruz. Konuşuruz, çizimler yapılır kuklalar yapılır, kuklalar bittikten sonra prova süreci başlar. Bizde hiçbir kurum beş altı ay öncesinden maddi planlama yapmıyor. Bir aylık prova sürecinde, dekoru, kostümü, kuklayı yapıyorsunuz; prömiyerden dört gün önce oyuncuyu giydirip, dekoru kurup hadi dersiniz. Planlama yanlış. Aylar öncesinden çalışmaya başlayıp, insanlara ödeme yapmak istemiyor hiç kimse.

Yurt dışında iş yaptığımda, kuklanın tasarımını yapıyorum. Sonra tiyatronun kukla realizatörü, marangozu var gidip istediğiniz şeyleri yaptırıyorsunuz. Ülkemizdeki işlerde kuklanın tasarımcısı da benim, uygulayıcısı da. İstediğiniz malzemeyi bulmanız, aldırmanız zor oluyor, teknik uygulamayı yapacak yer de bulamayınca kendi kendinize işi tamamlamak mecburiyetinde kalıyorsunuz. Böylece hem tasarımcı hem realizatör oluyorsunuz. Bu durum aslında hoşuma gidiyor çünkü yaptığım eskizle kuklanın gerçeği tek bir elden çıktığı için artistik bütünlükten ödün verilmemiş oluyor. Ancak sanırım Instagram’ın da etkisiyle orada paylaştığım uygulamaları görenler, tabii bir de oyunculu tiyatro oyunlarında dekor, kostüm ve aksesuar uygulamalarını tasarımcılar yapmadığı için kuklalarımın uygulamalarını kendimin yaptığını görenler beni realizatör sanma hatasına düşüyor. Oysa ki ben yalnızca kendi tasarımlarımın uygulamalarını yapıyorum ve bundan da büyük keyif duyuyorum.

Tiyatro tarihimize baktığımızda aslında kuklaya yabancı değiliz. Peki kuklayla tanışıklığımız neden Karagöz ve Hacivat’ın ötesine geçememiş?

Köy seyirlik oyunu, aşık maşuk, bez bebekler, kol korçaklar… Aslında kukla bizde olmayan bir şey değil. Köy kültürünü küçümseme, reddetme nedeniyle bunlar unutulmuş. Seyirci kuklayı bilmediği için talep etmiyor. Talep gelmeyince, insanların kolayına geliyor dramatik tiyatro tekniğiyle oyunu sahnelemek. Evet, kukla geleneksel tiyatromuzda var ama köy kültürünü beğenmeme meselesi ile geleneksel tiyatroyu terk etmişiz. Yavaş yavaş yine oraya geliyoruz aslında. Tabii kukla yapanlar arttıkça, işleri göründükçe talep artmaya başladı. İstanbul Kukla Festivali, İzmir Kukla Festivali, bu festivallere gelen yetkin oyunların heyecanıyla da talep arttı. Ben Bulgaristan’dan geldim. Orada 1936’da ilk kukla akademisi kurulmuş. Kukla yönetmenlik, sahne tasarımı ve oyunculuk bölümü var. Bu devlet politikası olmuş. Bizde de destek gerekiyor. Gençler de bu işten para kazanmaya başlarsa bu alana yönelir.

Kukla çocuğa ve yetişkine aynı şeyi mi veriyor?

Kukla geçmiş yüzyıllarda yetişkini eğlendirmek, günlük siyasi taşlamalar ve sosyal haberleri vermek için kullanılmış. Çocuk seyirciye doğru evrilmesi biraz sanayi devrimiyle olmuş. İnsanlar sokaklarda değil de fabrikalarda çalışmaya başlamış, sokaklar arabalara kalmış, kukla gösterileri de parklara taşınmış. Parklarda da elit hanımefendiler ve çocuklar olunca, oyunların metinleri de onların seviyesine hitap edecek şekle bürünmüş.

Özellikle günümüz çocuklarını düşündüğümde, bu kadar çizgi film, internet oyunları izleyen çocuk artık tiyatroya gittiğinde pelüş kostümler giyen oyuncu ve dekor panolar görmek istemiyor. Bilgisayarda oynadığı oyunun karakterine yakın bir şeyler görmek istiyor. Öncelik çocuğu hayal kurmaya sevk etmek ve bu hayal kurmayla birlikte doğruyu yanlışı ayırt etmek gibi tiyatronun doğasında olan özellikler olmalı. Dozunu kaçırmamak lazım. Yurt dışındaki örnekleri görüyorum. Çok yalın, çocuğu boğmadan, renklerle, hareketlerle bir şeyler vermek çocuğu güzel etkiliyor.

‘ANADOLU’DAKİ SANATÇININ BARINMASI DAHA ZOR’

Kültür ve sanatın başkenti sayılan İstanbul’un dışında bu işi yapmak ayrıca zor olmalı.

İstanbul’daki kuklacıları kendimden daha şanslı buluyorum. Onların birlikte çalışacakları daha çok insan var. Ben oralara zor adım atabildim. İzmir bu anlamda hep dezavantaj. Anadolu’da mükemmel işler yapılıyor ama biz sanatçı olarak maddi anlamda barınamıyoruz. Seyirciyi evinden çıkarıp salonlara getiremiyoruz. İstanbul’da irili ufaklı çok tiyatro var ve yıllarca ayakta kalıyorlar. Biz İzmir’de bunu başaramıyoruz. Bugün hala kukla yapabiliyorsam, üniversitede akademisyen olduğum için aldığım maaşla geçindiğim için yapabiliyorum. Ek gelir olmadan bu iş yürümüyor. Biz İzmir’de görünür olmak için çok çaba harcıyoruz. Bugün Türkiye’nin her yerinden ve yurt dışından birlikte çalışma teklifleri almamın en önemli sebebi bu çabalarımın sonucudur.

Yaptığınız kuklayı oynatmak istediğiniz oluyor mu?

Bazen provalarda oyuncuyu sahneden çekip kuklayı kendim oynatmak istiyorum (gülüyor). Kaldı ki benim oyunculukla ilgili bir eğitimim yok. Tamamen içgüdü bu. O kadar hissediyorum ki yaptığım işi. Oyuncu arkadaşlar genelde kuklayı görünce panikliyorlar. Onunla nasıl bağ kuracaklarını, nasıl oynatacaklarını bilemiyorlar. Aslında bu çocukken oyuncakları nasıl alıp konuşturuyorsak onun gibi. Bazen yaptığım kuklaları hiç vermek istemiyorum. Belki bir gün, bir oyunda oynatıcı olarak yer alırım.

Son yıllarda tiyatrocular kuklayı görüyor ve nasıl ‘kullanabilirim’i düşünüyor artık. Kime yaptıracağım, nasıl oynatacağım gibi endişeler hala var ama biz kukla yaptıkça ve birileri onu sahnede kullandıkça iş ilerliyor. Bugünkü halimden çok mutluyum. Bazen çok yoruluyorum ama başka türlü olmuyor. İşim, dışarıdan bakıldığında çok heyecanlı görünüyor, içeriden de öyle. Her proje beni ayrı heyecanlandırıyor. Genellikle çok kısıtlı zaman ve kısıtlı bütçeler geliyor ama ben uğraşmasam bu iş ilerlemeyecek. Ben bir şeyler yapacağım birileri bunun üzerine bir şeyler koyacak.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir